Kürtler, veya: yüzeyin altındaki kimlik ne?
Ne zaman Kürdistan’a gitsem ve onlarla konuşsam her zaman Kürt olmak dışındaki diğer kimliklerini keşfetmeye çalışıyorum. Bir Kürt kendini Kürt olarak tanımlayan birisi ama bunun altında hangi kimlik saklı? Bu, 25 Ekim 2014’te Bilgi Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Sınırlar Aşılırken Kürtler: Değişen Mekanlar ve Kimlikler’ isimli konferansta yaptığım bir konuşmanın konusuydu.
(Read the English version of this speech here)
İki bin on iki ilkbaharı, Van. Bir kahvehanenin damında, kulak kabartanlar ne konuştuğumuzu duymasın diye oturduğumuz hoparlörlerin yaydığı gürültülü müzik altında genç bir Kürt öğrenci ile röportaj yapıyordum. Adına Fırat diyelim. İki bin on bir Van depreminden sonraki günlerde gönüllü çalıştığı süreçten konuştuk. KCK soruşturmasında gözaltına alındığında, sorgu sırasında sorulanları konuştuk. Örneğin, “Neden battaniye dağıtıyordun” diye sormuş polis.
Kısa süre sonra konuşma başka bir alana kaydı. Gönüllü çalıştığı sırada bir gün duş almak için gittiği bir evde, televizyonda gördüğü bir PKK cenazesinin çocukluk arkadaşına ait olduğunu nasıl fark ettiğini anlattı. O gün ve diğer her gün neden bazı Kürtlerin PeKeKe’ye katıldığı, bazılarının ise neden katılmadığı beni şaşırtmıştır. O yüzden Fırat’a da dağa çıkmayı düşünüp düşünmediğini sordum.
‘Gerilla olmak “derin bir umut”’ diye yanıt verdi. Fakat gerçekten gitmeyi düşünüyor muydu? ‘Gidip gitmeyeceğinizi koşullar belirliyor ve benim koşullarım hiç de iyi değil’ dedi. Her cümleyi ağzından kerpetenle söker gibiydim. Sesi giderek güçsüzleşti. ‘Eksikliklerim var’ dedi. Ne tür eksiklikler? Yanıt verdi: ‘Arkadaşımın kafasında soru işaretleri yoktu. Kendini tamamıyla adamak istiyordu.’ Peki Fırat’ın hangi soru işaretleri vardı kafasında?
Gözlerine yaşlar dolmuştu. ‘Biliyorsun’ diye başladı söze, ‘bir gerilla olarak doğmuyor kimse. Kendini tamamıyla vermen lazım ama bunu yapabilmek için kendini çok iyi tanıman ve kendin hakkında çok derin düşünebilmen lazım. Buna cesaret edemiyorum. Sonunda bir gerilla olduğuma karar verirsem o zaman gidebilirim. Ama şu da mümkün: her şeye karşın ona karşı savaştığım sistemin içindeki yaşamın rahatını da seçebilirim.’
Bugün bu konferansta ‘Kürtler’ hakkında konuşuyoruz. Rojavalı Kürtler, Türkiyeli Kürtler, diaspora Kürtleri. Bunlar kalabalık gruplar, ve Kürtlerden zaman zaman tek bir vücut olarak söz etmek anlaşılır bir durum. Ben de bazen bunu yapıyorum. Ama ne zaman Kürdistan’a gitsem ve onlarla konuşsam her zaman Kürt olmak dışındaki diğer kimliklerini keşfetmeye çalışıyorum. Bir Kürt kendini Kürt olarak tanımlayan birisi ama bunun altında hangi kimlik saklı?
Pakize’yle konuşmalarımızı hatırlıyorum
Van’daki öğrenci gerilla olamamaktan korkuyordu. Kimliğinin ‘Kürdistan’ın sade bir vatandaşı’ olduğunu fark etmekten, mücadeleye sadık ama bunun ötesine geçmeden yaşamaktan korkuyordu. Kürtlerle yaptığım birçok görüşmede kimlik hakkında çok şey öğrendim.
Beş küçük çocuğun annesi ve eşi Osman’ı Roboski katliamında kaybeden Pakize’yle konuşmalarımızı hatırlıyorum. Ona katliamın neden yapıldığını bilip bilmediğini sormuştum. Gerçekte oradaki herkese sorduğum ve artık sormaktan sıkıldığım bir soruydu bu açıkça, çünkü Kürtlerin çoğunluğu bu soruya aynı yanıtı veriyordu: ‘Kürt olduğumuz için!’ Pakize ise şöyle yanıt verdi: ‘Bilmiyorum. Belki de bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Ama Allah biliyor ve bu bana biraz da olsa huzur veriyor.’ Pakize şimdi otuz yaşında, hiç okula gitmedi ve Türkçeyi hiç öğrenmedi. O alçakgönüllü, adalet mücadelesinde ön sıralarda yer almayacak fakat olup bitenlerin adaletin yerine gelmesi ile sonuçlanmasına kendini adamış bir kadın. Yanıtı onun Kürt hareketinin doğrularını otomatik olarak kopya etmeyen, dindar bir kadın olduğunu gösteriyor. Belki de kopya etmemesinin nedeni Türkçe bilmemesi, ama yine de, bu onun kimliği hakkında bize ipuçları veriyor.
Yeni bir perspektif
Bu konuyu neden bu kadar ilginç buluyorum? Bir yandan bu sadece profesyonel gazeteci merakı. Ama bunun yanında benim kimliğimle ve özellikle iki bin altı’dan bu yana Türkiye’de, iki bin on iki’den bu yana da Kürdistan’da yaşamaya başladıktan sonra gelişen düşüncelerimle de bağıntılı. İnsanın anavatanından bir başka ülkeye göçü her zaman kimliğini harekete geçiriyor. Farklı bir ülkede yaşamaya başlayınca ‘kendim gibi olmak’ daha zor oluyor. Dil ve kültür ayrımı çok büyük, bu ülkedeki kimse benim ülkemi ve benim bildiğim biçimde onun kültürünü, buraya gelmeden önceki hayatımla ilgili hiç bir şeyi bilmiyor. Bu her zaman kolay değil ve bazen kendimi görünmez hissediyorum, veya şöyle söyleyebilirim: kendimi yokmuş gibi hissediyorum.
Bu bana insan hakları, dolayısıyla da Kürtler konusunda yeni bir perspektif kazandırdı. Eskiden bu konuyu bir insan hakları sorunu (tabii ki terörizm değil) olarak görüyordum ama artık bunun bir kimlik sorunu olduğunu düşünüyorum.
Devlet baskısı ve PKK’nin ortaya çıkmasıyla birlikte Kürt kimliği o kadar politize oldu ki, Türkiye’deki birçok Kürt için kimliklerini Kürt olmak belirler hale geldi. Yaşamlarını, seçimlerini, bağlılıklarını belirleyen ana kimlik oldu. Bir açıdan bu bir dengesizlik ve içlerinde taşıdıkları bütün diğer kimliklere de haksızlık. Onlar, aynı zamanda, birer köylü veya şehirli, çiftçi veya avukat, ev kadını veya öğrenci, Galatasaray taraftarı, anne, baba, Müslüman veya Zerdüşt de. Diğer deyimle devletin Kürt kimliğini inkar politikası sadece PKK’nin ortaya çıkmasına ve Kürtlerin kutuplaşmasına neden olmadı, aynı zamanda Kürt kimliğini de tek boyutlu hale indirgedi.
Bu doğal olarak büyük bir haksızlık. Özgür olmak kimliğinin bütün bağlamlarını, sürekli değişen bir denge içinde, hiçbirini saklamak ihtiyacı hissetmeden tümüyle yaşamak demek. Bunu kendim de Türkiye’de yaşamaya başladığımdan beri her zaman uygulayamadığım için ve bunun beni ne kadar kötü hissettirdiğini bildiğimden bunun önemini şimdi her zamankinden daha fazla biliyorum. Bunu her gün yaşıyorum. Düşünün ki kimliğimi rahatsız eden bu değişime karar vermiş olan benim, ama bu yıpratıcı duruma Kürtler zorlanmış bir halde. Hem bir ulus için hem de bir birey için bu kabul edilemez bir durum. İnsan hakları, adalet için savaşmak yalnızca bir ulusun mücadelesi değil, aynı zamanda her bir Kürdün bireysel kimliğinin özgürlüğü için verilmesi gereken bir savaşım.
Bir barış muhabiri
Diyarbakır’a taşındığımda Roboski katliamı hakkında yazdığım kitap üzerinde çalışıyordum. Kitap Hollandaca yayınlandı, Türkçe tercümesi ise Aralık ayında İletişim tarafından yayınlanacak – ama konudan sapıyorum, kusura bakmayın. O yıl şiddet çok yoğundu; örneğin iki bin on iki yazında PKK Şemdinli civarında pozisyonlarını korumak istiyordu ve bu Türkiye’ye şiddet ve gerilimin hakim olması sonucunu doğurmuştu.
Sonra iki bin on iki sona erdi. Hükümet Öcalan ile konuştuklarını inkar etmeyi bıraktı ve Newroz bayramında Öcalan’ın halka bir mesaj göndereceği bilgisi kesinleşti. Ülkede heyecan artmıştı; Öcalan’ın mesajında neler diyeceği bir spekülasyon konusu halini almıştı.
Ben de heyecanlanmıştım. Sadece barış olasılığını şiddet olasılığına tercih eden normal bir insan olarak değil, bir gazeteci olarak da. Önemli haberler bir serbest gazeteci için iyidir ama heyecanımın nedeni sadece bu da değildi. Bir yüzyıl süresince devam eden bir sorunun sona erdirilmesi yolunda ciddi bir girişim benim de eski bir rüyamı gerçekleştirebilirdi. Bu rüyadan ilk olarak Hollandalı gazeteci arkadaşıma, yıllar önce, Türkiye’ye gelmeden önce söz etmiştim. Bana savaş muhabiri olmak isteyip istemediğimi sormuştu. Hiç düşünmeden ‘hayır, bir barış muhabiri olmak daha iyi olmaz mı’ demiştim.
Bu parlak düşünce beni hiç terk etmedi. Ve iki bin on üç’ün ilk günlerinde eskisinden daha güçlü olarak ortaya çıktı. Türkiye’ye barış gelirse ne olurdu? Bu ihtimal beraberinde gerçekten ilginç sorular getiriyordu. Sadece hükümetin ve Kürt hareketinin bunu nasıl başaracağı değil, yeni anayasanın neye benzeyeceği, Türkiye’ye Avrupa Birliği üyeliği getirip getiremeyeceği, ama daha da ilginci, barış ve adaletin Türkiye’deki kimlikleri nasıl dönüştüreceği sorularını getirecekti.
Tabii ki sadece Kürtleri kastetmiyorum. Kürt sorunu ancak Türkiye’de gerçek bir demokrasi ile çözülebileceğinden ülkedeki diğer grupların sorunları da çözülmüş olacaktı. Bir demokraside yaşamak, birçok felaket sonucu şekillenmiş Ermenilerin kimliğine nasıl bir etki yapacaktı? Hak ettikleri dini özgürlüklerin hiçbirine sahip olmayan Alevilerin benlik duygusunu nasıl yeniden biçimlendirecekti? Türk milliyetçileri de ilgi alanımda; demokrasi onların de Türklük duygularını engellenemez biçimde değiştirecekti.
Gerillalar dağdan inecek
Ve Kürdistan. Gerillalar dağdan inecek ve Türkiye toplumunda, bazıları onyıllarca dağda yaşadıktan sonra tekrar bir yer bulmak zorunda kalacaklar, bu da kaçınılmaz olarak yeni bir kimlikle yüzleşecekleri anlamına gelecek. DBP, veya o zamanlar bu partinin adı her ne olacaksa Kürdistan özerk bölgesinde, bugünkü hedeflere ulaşıldıktan sonra, hala geçerli olacak bir kimlik bulabilecek miydi?
Yine Van’daki öğrenciyi düşünüyorum. Bir gerilla olmadığını fark etmeye karşı duyduğu korku, dağa hiç çıkmamış olmanın yarattığı pişmanlığa veya değişimi gerçekleştirmek için sistemin içinde verdiği çabaların sonucu gurura dönüşebilir.
Pakize’yi düşünüyorum, sonunda kocasının neden vahşice öldürüldüğünü öğrenmiş olduğunu. Çocukları veya torunlarının eğitimin Kürtçe olduğu devlet okullarına gittiğini – iki dili etkin konuştuklarını, onun hiç bir zaman sahip olmadığı bu şansa sahip olduklarını. Kürdistan’ın farklı bölgeleri arasında seyahat kolaylaşacağından, Roboski halkı güney Kürdistan’daki ailelerini sınırı kanunsuz biçimde geçmelerine gerek kalmadan ziyaret edebilecekler. O zaman umarım ki batı Kürdistan da özgür olacak ve örneğin Kobanê’ye gidip gelmek Diyarbakır’dan Dersim’e gidip gelmek kadar kolaylaşacak.
Kürtler Türkiye’deki özerk bölgelerini nasıl biçimlendirecekler? Yarattıkları yüksek beklentilere layık olabilecek ve demokratik ideallerini pratiğe dökebilecekler mi? Azınlıklarla ilişkilerinin nasıl olacağı hakkında haber geçmek için sabırsızlıkla bekliyorum.
Kimliği gizli kalmalı
Bu konu aklıma daha sonra arkadaşım da olan genç bir adamla yaptığım bir başka röportajı getiriyor. Ona Serhat diyelim – gerçek kimliği kesinlikle gizli kalmalı. Tesadüfen karşılaşmıştık ve ben Hollandalı olduğumdan bana kimliğinin çok önemli bir parçasını bana açıklama cesaretini göstermişti: Serhat eşcinseldi. Birçok kere saatlerce sohbet ettik. Tanıştığımızda Dicle Üniversitesi’nde öğrenciydi ve üniversite giriş sınavlarına tekrar girmek için yoğun biçimde çalışıyordu. Hedefi İzmir veya İstanbul’daki bir üniversiteye girmekti çünkü bu şehirlerin ona cinsel kimliğini ifade etmekte daha fazla alan sağlayacağına inanıyordu.
Bu planlarını anlattığında şiddetle gülmeye başladı. ‘Biliyor musun burada, Diyarbakır’da ben gizli bir eşcinselim. Kürt ailelerin bazen eşcinsel olduğunu öğrendikleri oğullarına ne yaptıklarını biliyorsun, değil mi? İzmir veya İstanbul’da daha özgür olacağım. Ama orada da Kürt olmak çok zor. Çok gülünç değil mi’ diye sordu ve devam etti, ‘burada Diyarbakır’da ben gizli bir eşcinselim ve İzmir’de de gizli bir Kürt olacağım. Bu trajikomik değil mi?
Çok, diye cevap verdim.
Kürdistan özerk bölgesinin ve halkının en büyük sınavı oranın evi olmasını isteyen herkesin evi haline gelebilmek olacaktır. Herkese kimliğinin bütün unsurlarını özgürce yaşayabileceği fırsatı tanıyabilmek. Ben de kendi kimliğimi tamamlama anlamında hedeflediğim ‘barış gazetecisi’ olabilme fırsatına sahip olabilecek miyim? Gerçekten bunu umuyorum. Ne yazık ki iki bin on üç’ün ilk aylarındaki iyimserliği kaybettik. Sonunda kendimi bir savaş muhabiri olarak bulursam bundan nefret edeceğim çünkü bu ben değilim.
Trackbacks & Pingbacks
[…] gördüğümde, hemen aklıma savunmam için aynı metinlere başvurmayı düşündüm. Örneğin Kürt kimliği üzerine İstanbul Bilgi Üniversitesi’ndeki bir konferans için yazdığım metinden bazı cümleler var. Van’da röportaj yaptığım, dağa çıkıp çıkmamak konusundaki […]
Leave a Reply
Want to join the discussion?Feel free to contribute!