Kana susamak

İşin özü değişmez. İşin özünde, insanın doğumla gelen hakları vardır. Dünyanın çoğu ülkesi bu konuda hemfikir olmuş ve uluslararası sözleşmeler yoluyla bunu kağıda dökmüşler. Kendi kaderini belirleme hakkı, kendini anadilinde ifade etme hakkı. Onurla yaşama hakkı. Hayat hakkı.

Türkiye’de ise insanlar ötekinin ölümünü diliyor.

Bugün ülkenin birçok bölgesindeki cezaevlerinde Kürtlerin başlattığı açlık grevlerinin 67. günü. Açlık grevindekilerin sağlık durumu kötüye gittikçe; birçok şehirde hastanelerin ölmek üzere olan mahkumlar için yer açtığı duyumları (Ölmemeleri için hastaneye götürülerek zorla beslenecekleri için mi?) geliyor. Son olarak bazı Kürt milletvekilleri de belirsiz bir süre için açlık grevine başladı. “Türk halkının çoğunluğunun bu duruma tepkisi ne” derseniz yanıtı: “Çok acımasızca.”

Kısaca söylememiz gerekiyorsa: “Ölürlerse ölsünler, bize ne?” Bu şiddetli acımasızlığın kaynağını anlamaya çalışıyorum. Düşününce bunun o kadar da zor olmadığı ortaya çıkıyor. Bu PKK ile ilintili. 1984’te ilk silahlı saldırıdan bu yana onbinlerce yaşam yitirildi. Son bir buçuk yılda ise şiddet tekrar ciddi bir yükselişte. Son olarak 17 asker öldürüldü. Doğrudan PKK tarafından değil ama kötü hava koşulları yüzünden oluşan bir kazada, fakat doğal olarak bu sorun olmasaydı ne o helikopter ne de o askerler orada olmayacaktı.

Kör nokta

Türkler güneydoğudan gelen tabutları gördükçe anlaşılır bir biçimde çok üzgün ve çok kızgın bir ruh hali içine giriyor. Ama devlete bu savaşı sona erdirmediği ve sürekli askere alınmış genç çocukları askeri yollarla kazanılması imkansız bir savaşa gönderdiği için kızmıyorlar. Vatandaşlarının güvenliğini sağlama konusunda hükümetin sorumluluğuna karşı kör bir noktaları var. Sadece PKK’yı suçluyorlar. NATO’nun ikinci büyük ordusunun otuz yılda birkaç bin PKK gerillasını neden ezip geçemediği sorusunu sormak akıllarına gelmiyor.

Ayrıca açlık grevindeki yaklaşık 700 kişi PKK gerillası değil, değil mi? Hayır, değiller. Çoğunlukla seçilmiş bir belediye başkanı, gazeteci, insan hakları grubu mensubu, üniversite öğrencisi veya sendika görevlisi olarak demokratik haklarını kullanmaya çalışırken içeri alınan siyasi tutuklular. Ama çoğu Türk onları böyle görmüyor. Hepsini ‘terörist’ ya da en azından ‘terör destekçisi’ olarak yaftalıyor. Aynı hukuk sisteminin yaptığı gibi. Bu insanlar; çok geniş yorumlanabilen ve barışçı direnişi terörizme bağlayan anti-terör yasaları yüzünden hapisteler. Silah kuşanarak savaşan bir Kürt ile halkının hakları için barışcı bir mücadele veren Kürt arasında ayrım yapılmıyor. Sonuçta, her iki grubun da yaşamı birçok Türk için anlam taşımıyor. Ne kadar Kürt ölürse o kadar iyi onlar için. Dağlarda Türk ordusunun bombardımanıyla veya cezaevlerinde açlık grevleri sonucunda… Sadece devlet insanlara doğal haklarını vermediği için.

Bu sadece PKK şiddeti ile açıklanabilir mi? Bugün PKK ateşkes ilan etse Türkler daha insancıl davranmaya başlayacaklar mı? Hayır. Bu yeterli değil. Türk toplumunun düşünce biçimi bu şekilde şartlanmış durumda.

Vahşice bombalanarak ölmek

Geçtiğimiz doksan yıl boyunca devlet, cumhuriyetin ‘gerçeklerini’ halkın beynine kazımak konusunda çok başarılı oldu. En önemli ikisi; herkesin Türk olduğu ve ülkenin parçalanamayacağı olan bu gerçekleri sorgulayanlar hain olarak nitelendirildi. Bugünkü Kürt siyasal hareketi ve PKK’dan önce 1937 ve 1938‘de Dersim Kürtleri devlete karşı kalkışmıştı. Zorla asimilasyona karşı mücadele verdiler ve vahşi bir biçimde bombalanarak öldürüldüler.

Bir sonraki isyan 1984’te PKK ile başladı. Bu isyan Kürtleri kimlikleri konusunda tekrar bilinçlendirdi ve bu kökenden yeni bir siyasal hareket ortaya çıktı. Evet bu hareket, PKK’nın onayını aldı, bunun inkarı gerçekleri görmemek olur ve bu yüzden de Türkler tarafından toptan tehlike olarak görüldü. PKK ülkenin bölünmesini istedi ama o günlerin üzerinden çok zaman geçti ve bugün ne Kürt siyasal partisi ne de Kürt toplumu ayrışma talep etmiyor. Türk devleti içinde otonomi istiyorlar. Uluslararası hukuk da onların yanında.

Türklerin resmi gerçeği sorgulayan herkesi vatan haini olarak görmesinin tek sorumlusu devlet kurumları değil, basın da buna epey yardımcı oluyor ve sorunun bir parçası. Bunu açlık grevleri ile ilgili haberlerde de görebiliyoruz. Ana akım TV kanallarında Başbakan Erdoğan bakanlarıyla birlikte açlık grevine katılanlar hakkında bağırıp çağıracak, eylemi küçük düşürecek ve tüm olayı terörizm ilan edecek zamana sahip olabiliyor. Öte yandan BDP milletvekillerinin konuşmaları yayınlanmıyor bile. Biz güneydoğuda sadece polislerle Kürtlerin arbedesini ve polislerin kolayca biber gazı sıkmasını izliyoruz.

Pencere pervazları, davullar ve tencereler

Bölgede açlık grevlerine destek çok yaygın ve bu destek şu barışçı eylemle gösteriliyor: Her akşam saat yedide bütün şehirde kıyamet kopuyor. Halk bu saatte demir pencere korkuluklarına vurmaya, davul ve tencere çalmaya, kornalarını öttürmeye, çocuklar küçük (ama çok gürültülü) maytaplar patlatmaya, bunların hiç birini yapamayanlar ıslık çalmaya ve bazı caddelerde de insanlar ateş yakmaya başlıyor. Eylemin bir parçası da evlerin ışıklarını kapatmak ve bazı evler bunu üst üste sürekli yapıyor ve birçok pencerenin ardındaki ışıkların parıldamasına neden oluyor. Ve bütün bu eylem beş dakikayla sınırlı kalmıyor, yarım saat, kırkbeş dakika devam ediyor. Her geçen gece daha gürültülü bir hal alıyor.

Bu gürültü arasında sokaktaki insanlarla konuşuyorum. Onlara eğer bedenlerini açlığa yatıranlardan biri hayatını kaybederse ne olacak diye soruyorum. Şiddet daha da mı artacak? Gençler de dahil yanıt, çoğunlukla şöyle: “Hayır, biz barış istiyoruz.” Ama aynı zamanda yaklaşan ölümlerin sonuçları konusunda bir korku da hakim. Tabii, bu konuda Türk basınında tek sözcük bile yer almıyor.

Sonuç olarak, omzunda bir silah olsun veya olmasın aktivist bir Kürt terörist olarak görülüyor ve teröristlerin de ölmesi lazım ve mümkünse acı çekerek. Bu tabii ki kolay olan yol, arkasında saklanabileceğiniz konforlu bir dünya görüşü. Konunun içine iyice girerseniz resmi gerçeği siz de sorgulamaya başlayabilirsiniz ve bu doğal olarak çok korkutucu bir şey. Akılları kapalı tutmak lazım.

Çok fazla ölüm

Bu Türk yaklaşımını, Kürtlerin düşünceleriyle karşılaştırmak çok ilginç oluyor. Sayıca çok fazla, ama çok fazla Kürtle konuştum. Onların bir tanesi bile Türklerin ölümünü istediğini söylemedi. Askerlerin bile ölmesini istediğini söyleyen çıkmadı. Kimsenin ölümünü istemiyorlar, halihazırda yeterince ölüm görmüş durumdalar – yıllar süren şiddet ortamında ölen binlerce insanın çoğunluğu Kürtler. İster bir dağ köyünde yaşlı bir kadınla, isterse şehirde genç bir adamla konuşayım, bu yöredeki sihirli sözcük “barış.” Askerler de onların çocukları, bunu herkesten duyuyorum burada. Bu insanlar şiddetle her gün iç içeler, günlük yaşamları bu sorundan doğrudan etkileniyor (çoğu Türkten daha fazla) birçok açıdan zulme uğramışlıkları var ve bunun sona ermesini istiyorlar. Kürtlerin mücadelenin her iki tarafından herhangi bir ölüme sevindiklerini hiç görmedim.

Yakınlarda bana askerler öldüğünde Kürtlerin gizlice sevinip sevinmediği soruldu. Bu soruyu soran kadın Kürt davasını savunmak istiyor ama Kürtlerin asker ölümlerine sevindiğine inandığından bir türlü bunu kabullenemiyordu. Hayır, Kürtler asker ölümlerine sevinmiyor. Bunu hiç görmedim. Ne gerçek hayatta ne de sosyal medyada. Gerçekten, onlar şiddetten bıkmış durumda.

O kadın bu soruyu sordu ama aynaya bakmayı reddetti. Ve bu onu Türk toplumunun mükemmel bir simgesi haline getirdi. Açlık grevindeki bir Kürt mahpusun ölmesine kılı kıpırdamayan ama aynı anda Türk ordusunun PKK üzerine daha fazla bomba atmasını isteyen ve bunu her fırsat geçtiğinde yüksek sesle tekrar etmekten çekinmeyen ve bununla gurur duyan bir toplumun. Bu kana susamış toplumun Kürtleri kana susamışlıkla itham edecek cesareti kendisinde bulması nasıl bir akıl tutulmasıdır?

0 replies

Leave a Reply

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Leave a Reply